Her şey Ayşe Arman’ın ‘Yazın bana güzel anneler! Onuncu ay fotoğrafınızı ve hikayenizi benimle paylaşın. Aranızdan beş anneyi seçip röportaj yapıcam.’ demesiyle başladı.
O kadar hızlı geçen bir aydı ki onuncu ay ne yaşadığımı anlayamadan, ne hissettiğimi anlatamadan geçmişti. Zaten sana çok soran da olmuyordu. Hala bile o günleri düşününce ‘sütün var mı, şunu ye şunu yeme, uyu sen hazır bebek uyuyorken, aman üşümesin..’ cümleleri kulağımda çınlıyor 🙂 Ben de fırsat bu fırsat paylaşmak istedim yaşadıklarımı.
Ve telefonum çaldı. Ayşe Arman beni röportaja çağırıyordu. Bir de Emre Yunusoğlu fotoğraflarımızı çekecekti. Hazırlandık Lila, Yaman, babaannemiz ve ben çıktık Hürriyet Dünyası’na yola.
Bepanthol ekibi inanılmaz ağırladı bizi. Her türlü ince detayı düşünmüşlerdi. Çocuklar, bebekler de bu tatlı insanların enerjisinden etkilenmiş olmalılar ki arıza çıkmadan çekimi tamamladık (ufak krizler yaşanmadı değil 🙂 ).
Ayşe Arman süper bir kadın. Bu kadar samimi, enerjik ve bu kadar profesyonel olunur. Çekimler onunla renklendi, yorulan anneler, sıkılan çocuklar onunla enerji doldu.
Sonrasında fotoğraf sergimiz oldu. Salona ilk girdiğimde kocaman bilboardlarda çocuklarımla kendimi görünce müthiş hissettim. Fotoğraflar inanılmaz güzeldi, bizi yansıtıyordu. Yine Ayşe Arman sohbetiyle, enerjisiyle oradaydı. Bepanthol’ün şahane ekibinin yüzünde çıkarttıkları harika işin gururu vardı. Biz anneler olarak zaten sarhoştuk, duyguluyduk, gururluyduk. Serginin sonunda bir de bütün bunların üstüne şık ve kocaman bir kutu içerisinde bir sürü bepanthollerimiz oldu. Üstüne kocamızla baş başa yemek yiyelim diye bize yemek ısmarlıyorlardı. Anne kahvesi içelim diye Starbucks kart hediye ettiler.. Daha neler derken SPA jestini de gördüm, yine ihtiyaca yönelik nokta atışı :). Neye ihtiyacımız varsa verdiler ama en güzeli fotoğraflarımızdı.
Ve ortaya bu nefis fotoğraflarla taçlandırılmış röportajımız çıktı.
ONUNCU AY
Anne Olmak Kadın Olmaktan Vazgeçmek Değil!
Yonca Kunaçav – Dumura Uğradığım Bir Aydı!
Seni tanıyalım.
-Ben Yonca Kunaçav. 1983 İstanbul doğumluyum. Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okudum. 2012’de hayatımın aşkıyla evlendim. İki çocuğumuz var. Kızımız Lila iki yaşında, oğlumuz Yaman bu sene doğdu.
Her şeyi kemiren, hatta kendi ayağını bile diş kaşıyıcı olarak kullanan çok bir afacan bir bebek. Çocuklara bakmak dışında bir de blog yazıyorum.
Küçükken ne olmak istiyordun?
-Ne doktor ne mühendis… Ben hep anne olmak istedim! Arkadaşlarım duvarlarına Serdar Ortaç, Kenan Doğulu posterleri asarken, benim odamda bebek resimleri asılıydı. Ama bu, üretmediğim, çalışmadığım anlamına gelmesin. Zevk aldığın, evden de yapabileceğin işler var. Para kazanmak için ille de kariyer yapmak gerekmiyor. Bu arada anne olmak, dünyanın en zor işi. İki çocukla ilgilenirken bir yandan evin düzenini sağlamak, yemek yapmak, alışveriş yapmak, üstüne bir de kendinle ilgilenmek hiç kolay değil. Mazoşist değilim ama yine de böyle mutluyum ve huzurluyum. Tabii arada bırakacak birilerini bulup kahveye, yemeğe, sinemaya, alışverişe kaçıp gidebilirsem ne mutlu bana. Yoksa çıldırır insan!
Nasıl bir aşk sizinki?
– Ben ilk görüşte fiziğine ama sonra zor günde arkamda olacağına, merhametine, insanlığına âşık oldum Batu’nun. Eksiklerimizi tamamladık birbirimizle. Bizimki rahat, sakin, çıkarsız ve sağlam temelli bir aşk.
İlk hamileliğinde o 9 ay nasıl geçti?
-Sabırsızlıkla! Zaman sanki durmuştu, günleri sayıyordum. Çok fazla fiziksel sıkıntım olmadı. Bir ikizler burcu hamilesi olarak hormonal dengesizlikler yaşadım tabii. Sonu Nutella kavanozunun içinde biten ağlama krizleri, artan bir alınganlık, bazen tahammülsüzlük gibi. Fakat beni en çok rahatsız eden endişelerimdi. Çocuğum sağlıklı olacak mı, bu çocuğa nasıl bakacağım, maddi olarak altından nasıl kalkarız gibi kaygılarım vardı. Ama genel olarak kendimi sağlıklı ve iyi hissettim. İçimde bir mucize oluşuyordu ve ben bu mucizeyi kucağıma almak için sabırsızlanıyordum.
Ve sonra bebeğin doğdu. Ne oldu?
-Kendimi bambaşka bir dünyada buldum. Eve geldiğim ilk günün akşamı Lila başladı ağlamaya. Bir türlü susturamadık, panik olmaya başladım. Zaten rahmim küçülüyordu, kasılmalarım vardı. Bu kısmı hiç çalışmamıştım ben! Doğuracağım ve her şey tıkırında olacak zannediyordum. Hemen sütüm gelecek, bebeğim uyuyarak büyüyecek, bana hep gülücükler saçacak zannediyordum. Alakası yoktu. Bana muhtaç bir bebekle kalakalmıştım! Üstelik ne istediğini anlayamadığım bir bebek!
Ne yaptın?
-Yardım istedim. “Kimseye gerek yok, ben bakarım bebeğime!” demiştim ama önce annemi, sonra kardeşimi ve kayınvalidemi dönüşümlü olarak bize çağırdım. Onuncu ay, kalabalık bir aydı. Onuncu ay, sütümün yetmediğini öğrenip günlerce ağladığım bir aydı. Onuncu ay, bebeğimi emzirmekten memelerimin çok acıdığı bir aydı. Onuncu ay, aynaya bakmak istemediğim bir aydı. Onuncu ay, işlerin benim düşündüğüm şekilde gitmeyeceğini anlayıp dumura uğradığım bir aydı! Zordu yani. Feci zor.
Üstelik sen bu durumu bir değil, iki kere yaşadın. Neler oluyor? Bir kadın başka ne tür zorluklar yaşıyor?
-Bedenin sana yabancılaşıyor. Kendini beğenmiyorsun. Kocaman bir karnın var hâlâ. Henüz rahim eski boyutuna dönmemiş oluyor, kasların gevşek. Memelerin acıyor, şişiyor, sütün sızıyor. Hormonların allak bullak oluyor. Sağdan soldan birileri devamlı bir şey söylüyor, asla yalnız kalamıyorsun. Acemi, yetersiz ve çoğunlukla da çaresiz hissediyorsun! Yetmezmiş gibi kendini ikinci plana atman bekleniyor. Sen annesin dağıtamazsın, yanlış yapamazsın! Fedakâr olmalısın, daha tutumlu olmalısın, sağlığına önem vermelisin.
Avazın çıktığı kadar, “Ben, annemin karnından anne olarak doğmadım!” diye bağırasın gelmedi mi?
-Gelmez mi, hâlâ geliyor! Evet, içgüdüsel olarak anneliğe hazırdım. Bebeğimle kurduğum bağ, o sevgi, o analık potansiyeli, hücrelerimde vardı ama annelik, öğrenilen bir şey. Emzirmeyi, gaz çıkartmayı, bebeğini uyutmayı, yıkamayı öğreniyorsun ve bunları yaparken insan olarak hatalar da yapabiliyorsun.
Peki, annelik aynı zamanda manyaklık mı?
-Hem nasıl! Ben, yapım gereği sakin ve soğukkanlı bir insanım. Ama onuncu ay deyince, iş değişiyor. Bebeğim uyusa bile ben uyuyamıyordum. Devamlı nefesini kontrol ediyordum. Tabii ki manyağa bağlıyorsun!
Gaz çıkarması, kakası ayrı sorun muydu?
-Bir bebeğin gaz çıkarmasının, bir anneyi neredeyse depresyona sürükleyebileceğini Lila, kolik bebek olunca öğrendim! Gözümün önünde kıvranıp ağlarken çaresizce onu susturmaya çalışıyor ve en sonunda ben de ağlamaya başlıyordum. Kaç kere, “Bu çocukta bir sorun var!” deyip acilde aldık soluğu anlatamam.
Ya Ben, ya ben ne olacağım?
Peki, annenin ruh hali de ‘roller coster’ gibi inişli çıkışlı mı onuncu ayda?
-Elbette! Sabah mutlulukla uyanır, bebeğinin kokusunu içine çekersin, kendini cennette zannedersin. Dünyanın en şanslı insanı sensindir, derken tuhaf bir ruh hali gelir, çöker üzerine ve “Ben eski hayatımı istiyorum!” dersin. “Benim hayatım çocuk yedirmekle, kaka temizlemekle mi geçecek? Ne zaman sadece kendimi düşüneceğim? Ya ben, ya ben!!!” Ama hangi anneye sorarsanız sorun, yeni hayatımız eski hayatımızdan çok çok daha güzel.
Kocalar bu işin neresinde?
-Kocalar bu işin, ‘iş başa düşünce’ kısmında bence! Ne zaman annenin tahammülü bitiyor, anne hasta oluyor, anne yardım istiyor, koca orada devreye giriyor. Tabii ki hayatı değişen sadece biz değiliz. Baba olmak da hiç kolay değil. Büyük sorumluluk. O bebeğin geleceğini düşünmek, ona örnek insan olmak babalar için de çok zor.
Sence anneye yeterince yardımcı olabiliyorlar mı?
-Valla, erkeklerin bebeklerle bağ kurmaları zaman alıyor. Çoğu erkek, ilk bir yıl çocukla çok iletişime geçemiyor. Bu nedenle bebek bakımı konusunda çok yardımcı olabildiklerini söyleyemeyeceğim. Eşim, benim tükendiğim, zorlandığım noktada devreye girer. Nefes almak için çocukları ona bırakıp bir-iki saatliğine dışarı çıkmama imkân verir. Hastalandıklarında gerekirse işe gitmez, yanımda olur. Tabii arada yemek yapıp, ortalığı toparlasa hiç de fena olmaz! Ama bir kadının nelerden geçtiğini anladıklarını çok zannetmiyorum.
Bu dönemde erkeğin psikolojisi nasıl şekilleniyor?
-Önce hamilelikte yaşanan cinsel uzaklaşma, sonra emzirme dönemi, sonra ‘kutsal annelik’, erkeğin gözünde kadını başka bir yere taşıyor. Erkek, kadından uzaklaşıyor. Kadın da, aynı şekilde hamileliğini yaşarken, emzirirken, bebeğini büyütürken ve çalkantılı hormonlarıyla boğuşurken erkekten uzaklaşıyor. En azından bizde öyle oldu. Ama bu, geçici bir durum. Temelleri sağlam bir evliliğiniz varsa, bir süre sonra tekrar eskiye dönüyorsunuz. Hatta eskisinden daha sağlam bir ilişkiniz oluyor.
TÜNELİN UCUNDA IŞIK VAR!
Ne zaman “Annelik, kadın olmaktan vazgeçmek değil. Kendim için de bir şeyler yapmalıyım!” dedin?
-Sanırım henüz demedim, diyemedim!
Nasıl üstesinden geldin bu dönemin?
– Geldim diyemem. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi Instagram hesabımda ve blog’umda diğer annelerle paylaşarak, üstesinden gelmeye çalışıyorum.
Onuncu aydaki kadınlara ne önerirsin?
-Tünelin ucunda ışık var sevgili lohusa! Etrafından yardım iste, destek iste. Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz, bunu unutma.
Bu kampanyanın en çok nesini sevdin?
-Yalnız olmadığımı fark ettim. Bütün anneler olarak onuncu ayda yaşadığımız sorunların, başımıza gelenlerin, hissettiklerimizin ortak olduğunu görüp rahatladım.
Eşlere onuncu ayla ilgili neler söylemek istersin?
-Sevgili baba, klasik olacak ama çocuk büyütmek dünyanın en zor işi ve bu çocuk senin de çocuğun! Gel anneyle beraber büyüt bebeğini. Çayı da ara sıra sen demle. Bir de o çoraplarını kirliye at bir zahmet.
Bayıldım röportaj da fotoğraflar da şahane . Ben de bir yay olarak Ayşe Arman’ın hayranıyım.
Okurken 10.aya gittim geldim … 🙂
teşekkür ederim 🙂